Başını alıp uzaklara gitme fikri, sanırım hepimizi hayatının belli
dönemlerinde birkaç kez yoklamış bir düşüncedir. Kimimiz yaşadığı düzene isyan
ettiği, kimimiz işinde ve mevcut hayat koşullarında mutluluk bulamadığı,
kimimiz sırf canı yeni yerler keşfetmek istediği için, bulunduğu çevreden ve
ülkeden uzaklaşıp yepyeni bir hayat kurma hayalleri kurar. Sonra günlük hayatın
koşturmacası içinde o hayaller hep daha ileri tarihlere ertelenir, planlar hep
uzun vadeli yapılır.
Herkesin kendince bu hayalleri erteleyişinin sebepleri de mevcuttur elbet,
neticede planları hayata geçirebilmek için sahip olmamız gereken şeyler var; azim
gibi, sabır gibi, para gibi, zaman gibi. Ama belki de en önemlisi cesaret ve
bunu gerçekleştirmeyi kalpten istemek.
Bizim gibi otuzlu yaşların ortalarına doğru ilerleyen insanlar için, bugüne
dek büyük özverilerle kurmuş olduğumuz düzeni elimizin tersiyle itip bir
bilinmeze doğru yol almak kolay verilecek bir karar sayılmaz doğrusu. Elbette
bunun temelinde, küçük yaşlardan itibaren sistemin bize dayattığı öğrenilmiş
çaresizliklerin de payı var. Kurulu düzen bırakılıp gidilir mi? Rahat mı battı?
Ya gittiğimiz yerde iş bulamazsak? Ya
hiçbir şey hayal ettiğimiz gibi olmazsa? İnsan ailesini ve sevdiklerini ardında
bırakır mı? Maceraya ne gerek var, hele bu yaştan sonra? gibi sorular uzar gider. İçinde bulunduğumuz
toplumun da hayatı en basit haliyle ve küçük şeylerden büyük mutluluklar
duyarak yaşamamızı zorlaştırdığından olsa gerek, korkunç bir rekabetin ve
inanılmaz bir temponun içinde bir bakmışız birbirinin kopyası günler uçup
gidivermiş ve biz gerçekleştiremediğimiz hayallerimizle ortada kalmışız; çünkü
diyorum ya hayalleri gerçekleştirmek biraz da düzene karşı koyabilme gücü
ister, başa gelecek şeylere göğüs gerebilmeyi ister, tutku ister, emek ister.
İster de ister yani.
Bu yüzden insanın konfor alanını terk edecek gücü kendinde bulması için, en
başta söylediğim uzaklara gitme fikrinin belirli dönemlerde onu yoklamış olması
pek yeterli gelmez ama bu istek zihninizde güçlü bir sesle ve sürekli
yankılanma noktasına geldiyse, kalbinizde bu isteğin yerini başka hiçbir şeyle
dolduramıyorsanız bu kez kalmak gitmekten daha zor gelmeye başlar...
En azından bizim hikayemizde böyle oldu. Cemal’le birlikte senelerdir
içimizde yeşeren yurtdışına gidip yeni bir hayat kuralım düşüncesini gerçeğe
dönüştürebilmek için yukarıda bahsettiğim duygusal süreçlerin çoğundan geçtik
ve bu süreç sonunda kendimizi hayal edemediğimiz kadar uzak diyarlarda bulduk.
Yaklaşık dört buçuk aydır Avustralya’nın Melbourne şehrinde yaşıyor ve kendi hayat
hikayemizi yeniden yazmaya çalışıyoruz. Bu kez daha bilinçli, bizi mutlu etmeye
yetecek şeyleri yaşamımızın merkezine koyarak...
Avustralya’ya gelme kararımızı, geliş sürecinde başımızdan geçenleri ve
buraya ait gündelik hayatı paylaşmak için de yaşadıklarımızı kaleme almaya
karar verdik. İstedik ki bir şekilde rotasını Avustralya’ya çevirmeyi
düşünenler bu blogla buluşsun ve kafasından geçenlere - en azından bir soruya
dahi olsa - bir cevap bulsun.
Dünyanın diğer ucundan sevgiler...
Sevgili Eda, ne güzel yazmışsın. Kalemine, yüreğine sağlık. Her şey gönlünüzce olsun. Sizi büyük bir takdirle takip ediyoruz ve herkese anlatıyoruz. Çok zor bir şeyi başardınız. Yolunuz açık olsun.
YanıtlaSilGökçe'ciğim destek dolu sözlerin ve güzel dileklerin için çok teşekkür ederiz. Umarız en kısa sürede yolunuz buraya düşer de kıtayı birlikte keşfederiz :)
SilSevgiler
Eda'cım konu yeni bir hayat kurmak olsun, başka bir şey olsun ama zor olan ne varsa o olsun :) azmetmenin, hayalleri zorlamanın, imkansızın imkansızlıginı yasaminizla gosterdiginiz icin seninle gurur duyuyorum arkadasim.
YanıtlaSilCanımm ne güzel sözler bunlar çok teşekkürler! Hayallerin peşine düşmek güzel şey, ah bir de özlem olmasa :)
Sil